Popüler Yayınlar

27 Kasım 2010 Cumartesi

Başarı Nasıl Olmalı?


Kişi genelde yaşamında başarıyı yakalamak için didinir durur. Yaptığınız işte, spor aktivitesinde, çeşitli sanatsal faaliyetlerinizde başarılı olmak beraberinde size mutluluğu da getirecektir. Hele kimselerin başaramadığı bir işin üstesinden gelmek size daha büyük bir zevk verecektir. Geçmişi incelediğimizde bir sürü başarısızlık öyküsüne rastlarız. Buna karşın bazıları da engellere aldırmadan başarıyı yakalamak için bir sürü emek sarf etmiş ve sonunda da çoğu insanın olmaz dediği şeyleri başarmışlardır. Başarıyı elde etme yolunda bir sürü engellerle karşılaşabilirsiniz. Beraber yola çıktığınız kişiler sizi yarı yolda bırakabilir, yakınlarınız onlara zaman ayırmadığınızdan şikâyet edebilirler.

Bu gibi durumlarda kendi kendimizi sorgularız. Devam etmem mi lazım, mücadeleden vazgeçmem mi lazım diye. Burada kesin kararlı olup çabalarımızı sürdürmeliyiz. Bunu yaparken de her yönümüzle araştırıcı, sorgulayıcı olmalıyız. Kişisel gelişimle ilgili bilinen bir öyküdür. İş yaşamına yeni başlayan gençler, başarılı yaşlı işadamına bir soru sorarlar. Hayatta başarı ve mutluluğu yakalamak için bizlere neler önerirsiniz. Tecrübeli iş adamı onlara şu cevabı vermiş,
“Sizin sorunuz bana tek bir ineği olan köylüyü hatırlattı.
Bir gün, o köylüye adamın biri ineğin ne kadar süt veriyor diye sormuş
Köylü şu cevabı vermiş
“İneğim hiç süt vermez. Sütü ondan sizin almanız gerekir”

Burada nasıl ve doğru mücadele vermenin güzel bir anlatımı yapılmaktadır.

Başarılı olmak demek, zengin ve şöhretli olmak demek değildir. Kişi babadan kalma zengin olabilir, kişi tanınmış ta olabilir. Bu durumuna başarısıyla erişmemiştir. Başarıya giden yolda yapılmak istenen hedefte çok önemlidir. Bir kişiye kötülük eden istediğini yapmış olabilir. Fakat bir hastanın hayatını kurtaran doktorda hedefine ulaşmıştır. Burada iki kişide yaptıklarında başarılı olmuşlardır. Ama kötülük yapan kişi iyi niyetli olmadığından bu bir başarı sayılamaz.

Başarılı olmak öğrenilebilen bir davranış tarzıdır. Yaptığımız işlerin sonuçlarını doğru değerlendirebiliyorsak, kendimize değil uyguladığımız sisteme, prensiplere güveniyorsak başarımız devamlı olur. Yani başarı bilimin ışığında ve bilimsel uygulamalarla sürekli bir hal alır.
“Her günü, topladığınız hasada değil, ektiğiniz tohumlara bakarak değerlendirin "Robert Louis Stevenson"ın bu güzel sözü başarı sözcüğünden ne anladığımızı çok güzel ifade etmektedir.

Ahmet Güdücüoğlu

ACI GERÇEĞİMİZ: YALNIZLIK



Dünyanın her köşesinden her gün televizyon ve gazetelerden izlediğimiz acı, sefalet, vahşet görüntüleri sadece öykü olarak dikkatimizi çekiyor.Daha sonra sinirlerimizi bozan hoş olmayan bu görüntüleri görmemeye başlıyoruz.Zaten konu bizimle ilgili değilse pek problem yok.İşimize gelmeyen görüntüleri görmemeye başlıyor,güvenli evlerimizde rahatça yaşayabiliyoruz.Gün geçtikçe kendimize yabancılaşıyoruz.Artık kahramanlık yapmak,birileri için fedakarlık yapmak,güzel değerlere sahip çıkmak sadece sinema salonlarında veya televizyonların başında iken güçlü film kahramanları ile iletişim kurularak yapılabiliyor.İçimizde var olan ama bir türlü ortaya çıkarma cesareti gösteremediğimiz bu duyguları sinema salonu içinde seyrediyoruz,insan olduğumuzu hatırlıyoruz.Daha sonra korkularımıza,evimize geri dönüyoruz.Bu sıkıntıdan kurtulmanın en kolay yolu olarak insan beyni yine çözümü buluyor.Etrafında oluşan bu hoş olmayan olayları ,işine gelmeyenleri yok saymaya başlıyor.

Sinema yönetmeni Michael Moore’un TV’de yayınlanan Korkunç gerçek adlı programında ABD’de işlek bir caddenin kaldırımında bir insan ölü gibi yatıyor. Önünden geçen sayısız insan bu olayı umursamıyor, kimse yerdekine bakmıyor. Günümüzde insan yabancılaşmış, yalnızlaşmıştır. Sadece kendini düşünen, koyun gibi sadece kendi bacağından asılan insan dekoru ortaya çıkmıştır. Modernliğin, teknolojinin biz insanlara verdiği hüzün dolu hediyesidir yalnızlık. Sadece kendisi için yaşamak, kendini düşünmek, en yakınına bile güvenmemek. İnsan denilen varlığın bu gün başındaki en büyük belalardan biri, milyonların içersinde yalnızlaşmasıdır. Bu ayni zamanda insanın kendisine, nesline,doğasına,dünyasına yabancılaşmasıdır.İnsan toplumsal bir yaratık olup,insanın sadece kendisi için yaşaması kendisini varlık yapan nedenlerden kopması anlamına gelmektedir.İnsanların önüne konan para yalnızlığı keskinleştiren en önemli bir neden.Paran yoksa ne arkadaşın var,ne dostun var,ne de itibarın.Modern yaşamın bize sunduğu kendin için çalışacaksın,kendin için kazanacaksın,kendin için okuyup adam olacaksın felsefesi insanlığın güzel değerlerini unutturmaktadır.Yalnız kendin için yaşayacaksın ama sonunda da ,yalnızlığı paylaşacak bir insan bile bulamayacaksın!

“Yalnızlığın içinde tek başıma/

Irmaklar gibi ağlamak istiyorum”…

Pablo NERUDA

25 Kasım 2010 Perşembe

Çok Eskilerden


Her zaman özlemle andığım çocukluk günlerimizin maceraları, yaşamın bize sunduğu en güzel bir armağan olarak yüreğimde yer almaktadır. Benim gibi düşünenlerin usunda yer alan bu hikâyeler, hayatımızı bir havai fişekler gibi renklendirmektedir. Bizler şimdiki çocuklar gibi çabuk büyümedik, oyuncağımızı, umutlarımızı çabuk eskitmedik. Çocukluğumuzda televizyon yoktu ama her gününü heyecanla beklediğimiz arkası yarın skeçlerinin sunulduğu radyomuz vardı. Futbolun henüz makineleşmediği, paranın değil estetiğin, centilmenliğin prim yaptığı o güzel dönemler vardı.

Futbol sahalarında Vefa’nın, Beyoğluspor’un, Feriköy’ün, Eskişehirspor’un, Göztepe’nin, PTT’nin, Hacettepe’nin birinci futbol liginde adlarından fırtına gibi estirdikleri zaman.

Futbol tarihimizin unutulmazlarından Lefter vardı.25 yıllık futbol yaşamında ne centilmenliğe aykırı bir hareket yaptı nede bir sakatlık yaşadı. Bu kadar kendisine dikkat eder, tüm özveriyi gösterirdi. Günde bine yakın şut çalışarak büyük futbolcu olmanın uzun ve zorlu yollardan geçmesi gerektiğini anlatan bir Metin Oktay vardı. Hakkı Yeten, Gündüz Kılıç ve daha nice beyefendi futbolcular. Bunların yanın da insan sevgisini, takım sevgisinin önünde tutan taraftarlar vardı. Her iki rakip takımın taraftarının bir arada maç izlediği, kötü sözlerin yer almadığı, düğüne gider gibi takım elbiseli, kravatlı seyircilerin yaşattığı şölenler vardı. Dostluk sevgisinin her şeyin önünde olduğu güzel günler.

Bizlerin mahalle maçları vardı. Bakkaldan zorlukla toplanılmış paralarla alınan plastik top, patladığında içine kâğıt konan vurulduğunda rüzgârdan uçan ama yaşama sevincimizi iki katına çıkaran naylon toplarımız. Adımlayarak ölçtüğümüz taştan kalelerimiz vardı, kimsenin kaleci olmak istemediği, kaybedenin ısmarladığı şifa gazozunun lezzeti hala damaklarımızda. Üç korner bir penaltı sayılır, topun sahibi arkadaşımız mutlaka takımda kendisine yer bulurdu. Penaltı dediğin teknik atılır, abanmak ayıp sayılırdı.

Gelişimimizde büyük faydası olan sokak kültürümüzün bize kattıkları şeyler oldukça çoktur. Çocukluğumuzu bacaklarımızdaki müthiş enerjiyle yaşadık. Şimdi ise çocuklarımız enerjilerini parmak uçlarıyla dokunduğu klavyede boşaltabiliyorlar.

Anlatılan hikâyesini yaşayarak büyük bir keyifle izlediğimiz sinemalarımız vardı. Kendimizi hayranlık duyduğumuz oyuncuların yerine koyar, maceraları aynen yaşardık. Hele yazlık sinemalarda film izlemek ayrı bir güzellikti. Kentimizde Altın Mikrofon Yarışmasına katılmış, oldukça başarılı müzisyenlerden kurulu bir Vokal Işık orkestrası vardı. Kaliteli müziklerini dinlemek bir ayrıcalıktı. Kirlenmemiş bu gençlik anılarını aramamak mümkün değil. Bu özlem duygularıyla karaladığım dizelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Umudumuz Hatıralar

Çocukluğumuzda çelik çomak oyunuyla

Uzaklara atmaya çalıştığımız, hala

Özlemle aradığımız mutluluk.

Umudun peşinden koşar gibi

Kovaladığımız bezden futbol topumuz.

Vücudumuzdaki yaraların madalya olduğu,

Unuttuğumuz sevginin sarmaladığı oyunlarımız.

Ne güzel sevinçtiler, ömrümüzün en güzel armağanı olan

Çocukluğumuzda yaşanılanlar.

Biz o dönemde yaşadık Turist Ömer’in fiyakalı

Ve asalet kokan selamının güzelliğini.

Paranın gücünün yetmediğini Ayhan Işık’ın,

Kemal Sunal’ın filmlerinde gördük.

Hulusi Kent men’le burma bıyığın zarafetini,

Adile Naşit’ ile de gülmenin sihrini, ayni şekilde

Yüreğimizi kaplayan mutlulukla ve özlemle izledik.

Kaybettiğimiz bu sevgi Dünyasına, bir gün mutlaka kavuşacağız.

Ahmet Güdücüoğlu

Dost Sıcaklığı



Bir insanın yaşamında sahip olduğu en değerli varlıkların başında dostları gelmektedir. Dostlar bize yaşamın en büyük kazanımlarıdır. İnsanın merhaba dediği, selamlaştığı kişiler vardır, bunlar tanıdıkları, ahbaplarıdır. Ama dost, büyük bir şekilde duygu yoğunluğu yaşanılan, maddi, manevi değerlerin paylaşıldığı kişilerdir. Bu dost ortamında çıkar hesaplarına yer yoktur. Dost kavramı ile arkadaş kavramı eskiden eş değerde kullanılıyordu. Günümüzde dost kelimesi, insanın tüm sorunları rahatça paylaşacağı, dertlerine çözüm bulabileceği ve verdiğinden çok alabileceği bir kavramı anlatmakta ve temelinde sadece sevgi harcı bulunmakta. Eskiden Orta Asya da, günümüze gelen öykülere göre savaşçılar kılıçlarla, oklarla harp yaptığı dönemlerde, kendilerini kollamak için sırtlarını taşlara dayar ve öylece kendilerine koruma sağlarlarmış. Güvenirliğin anlatımı olan arka taş buradan günümüzde arkadaş kelimesi olarak gelmiştir. Yani arkadaş sırtını rahatça dayayabileceğin, tüm sorunlarını rahatça paylaşabileceğin değerli bir kavramdır. Şimdi bunun yerini dost kavramı aldı. Dost kadrini bilenler için en büyük sermayedir. Dostu olan yaşamın güzelliklerini en iyi şekilde gören ve değerlendirebilendir. Dost; kötülüklerden koruyan, kuvvet veren, mutluluk ve huzur veren bir güçtür. İnsan sıcaklığının alabildiğine yaşandığı bir kavramdır dostluk. Bunun için iki kişinin Dünya ya bakış acısı ayni olmalıdır. Can Yücel ne güzel söylemiş: En uzak mesafe ne Afrika'dır, ne Çin, ne Hindistan, ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri ışıldayan... En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.

Dostluğun dünyasında karşı tarafa hiçbir şey sunmasanız bile, o size karşılıksız hiçbir şey beklemeden birçok güzellikler verebilmekte. Bu olması gereken insani yaklaşım devam ettikçe, sizde dostunuza çok daha fazla bir şeyler sunma gayreti içine giriyorsunuz. Hem de günümüzün hastalığı bencilliği yenerek, karşılıksız ve severek yapıyorsunuz. Kötü günlerde çağrılmadan gelen ve size uzanan şefkatli elin adı dosttur. Ve daha önce niye aramadın diye kızanda odur. O öyle bir sihirdir ki baktığınız halde görmediğinizde size göz olur. Sıcaktan bunaldığında gölgesinden faydalandırır, zirveden daha çok, oradan düştükten sonra sizin kolunuza girip, ayağa kaldırır. Günümüzde kişiler, maddi güçlerini arttırma gayretlerinden dolayı, dost sayısını arttırma çabalarını giderek azaltmışlardır. Yaşamın her döneminde bulunması çok zor olan dostluk kavramı için öğrencileri düşünür Sokrates'e sormuşlar: Dostluk nedir? Sokrates de onlara şu yanıtı vermiş; "Çocukluğumdan beri arzuladığım bir şey vardır. Kimi insan atları olsun ister... Kimi insan köpekleri. Kimisi altını, kimisi de şanı, şerefi; bense bir dostum olsun isterim..."
La Fontaıne ‘de bu konuyu çok anlamlı bir şekilde dizelere dökmüş.

Sokrates bir ev yaptırmış nasılsa;
Eş dost başlamış kusur bulmaya:
Kimi içini beğenmemiş;
Kızmayın ama demiş;
Şanınıza layık değil odaları.
Kimi cephesine çatmış:
Karşıdan görünüş berbatmış.
Hepsine göre de çok darmış bu ev.
Kim sığarmış bu kulübeye?
Ah, demiş koca filozof;
Keşke bir evi dolduracak kadar
Gerçek dostum olsa!


Ahmet Güdücü oğlu

Çocuklarımız


Çocukluk, hayatımızın yalın, tertemiz, kötülüklerden arındırılmış en önemli dönemidir. Çıkar oyunlarıyla dengelenmeye çalışılan bir dünyada, çocuklarımızı her zaman doğruyu söyle öğüdüyle donatırız. Fakat çocuklarımız yaşamı gözlemlediklerinde söylem ve eylem çelişkisini yıpranarak görürler. Kendisine anlatılan doğruları öğrenen çocuk, yaşamda çeşitli çelişkileri görünce, kendisine söylenenleri değil, toplumda yapılanların yapılması gerektiğine inanmaya başlar. Biz büyüklerde şarkıda ki gibi; Biz büyüdük ve kirlendi dünya deriz. Bizler biraz da suçluluk psikolojisi içinde ne kadar kirlendiğimizi düşünmek istemeyiz. Kendimiz için, çocuklarımız için öz eleştiri yapmayı hep erteleriz. Çocuklarımızın geleceğinde doğru eleştiri çok önemlidir ve bu sorumluluk toplum olarak hepimizindir. Bir Güney Afrika atasözü der ki, "Bir çocuğun eğitiminde tüm mahallenin emeği geçer". Çocuklarımıza yaşamın içinde verdiğimiz dersler sadece bir söylemden ibaret olmamalıdır. Onlara ifade ettiğimiz duyguları, olayları aynen onlara anlattığımız gibi uygulamalıyız ki, yorumladıklarımız içi dolu bir ders olsun. Zira çocuklar hayatı anlamayı, bu şekilde uygulamayı, yaşamlarında ortaya konulan, gerçekleşen olaylarla değerlendirirler. Bundan dolayıdır ki büyüklere düşen görev verdikleri öğütlerle, yaptıklarının bir olması gerekmektedir. Örneğin sigaranın zararlarını anlatan bir büyüğün, bu olayı yaşamında da uygulaması gerekmektedir. Kitap okumak, bir insanın gelişiminde çok önemli bir unsurdur diyen kaç ebeveyn, yaşamın da ne kadar kitap okuyor, araştırma yapıyor. Anne baba çocuklarının gelişimi ve onların ruhsal yönleri ile çok ilgilendiklerini söyler ama kendi kendilerine oturup ''çocuğuma bu gün ne kadar vakit ayırdım ?'' diye sorduklarında, kendilerini tatmin eden cevabı çok azı alır. A.B.D. de yapılan istatistiklerde bir babanın çocuğunu günlük görme süresi yedi saniye olarak bulunmuş. Yani aynı çatı altında yaşayan birbirinden apayrı, ayrı dünyalarda yaşayan insanlar topluluğu. Çocuklarımıza zaman ayırma konusunda kişisel gelişim kitaplarında anlatılan güzel bir öykü, bu konuya çok güzel bir ışık tutmaktadır. Akşam işinden yorgun argın eve dönen adam beş yaşındaki oğlunu kapının önünde onu beklerken bulmuş. Çocuk babasına yönelerek bir saatte ne kadar para kazandığını sormuş. Yorgun olan baba birazda kızarak sen bunu boş ver demiş. Fakat çocuk ısrarla sormaya devam edince, yirmi dolar cevabını almış. Bunun üzerine çocuk babasından on dolar ister. Bu talebe kızan baba parayı vermeyerek, çocuğu odasına gönderir. Bir iki saat sonra sakinleşen baba çocuğuna haksızlık yaptığını ve parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmeye başlar. Hakikaten lazım olabilir kaygısıyla yukarıya çocuğun odasına çıkar. Çocuğa az önce sana sert davrandığım için üzgünüm zira yorucu bir gün geçirdim der ve on doları verir. Çok sevinen çocuk teşekkür ederek, yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarır, adamın suratına bakar ve yavaşça paraları saymaya başlar. Bu durumu gören babası iyice sinirlenerek, paran olduğu halde neden benden para istiyorsun diyerek söylenir. Bunun üzerine çocuk:

"Ama yeterince yoktu" demiş ve paralarını babasına uzatarak ;"İşte yirmi dolar, bir saatini alabilir miyim ?" demiş...

Çocuklarımıza zaman ayırma fırsatını her zaman yaratmalı ve onlar büyürken hep yanlarında olmalıyız.

Ahmet Güdücüoğlu