Düşüncelerimin Yaprakları
Çeşitli Konularda Düşüncülerim
Popüler Yayınlar
31 Mart 2015 Salı
16 Haziran 2013 Pazar
Direnmek Nedir?
Neye karşı koymalı insan bunu doğru bilmeli.
Seni yarı yolda bırakan sevgiliye mi?
Yoksa küçük çıkarları için seni satan arkadaş sandıklarına mı?
Ya da hayallerine en yaklaştığın bir zamanda,
Umutlarını çalanlara karşı mı direnmeli?
Sana sahte gülüşlerle sunulan geleceğe;
Veya sana verilmek istenen iki yüzlü yaşama karşı direnmelisin.
... Tertemiz bir Dünya taleplerine dudak bükenlere
Ve uçurtmanı koparıp, sana alay ederek bakanlara karşı direnmelisin.
Direnmek; Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmak için yaşamını feda eden Rachel Corrie'nin anısının onuru olmaktır.
Direnmek; ey özgürlük diye bağırıp, ona tüm içtenliğinle sarılmaktır.
Direnmek; çiseleyen yağmurlu bir günde sevgiyi, emeği paylaşmaktır.
Gezi parkında yürekleri çölleşenlere karşı direnen bir ağaç olmaktır.
Ahmet Güdücüoğlu
İstanbul 2013
14 Aralık 2010 Salı
Sevgi ve Dürüstlük
Sevgi ve dürüstlük öğeleri birbirini tamamlayan ve kişiye de büyük bir özellik yükleyen sihirli kelimelerdir. Her ikisi de bir nadide çiçek gibidir. Gerçek sevginin ve beraberinde gelen dürüstlüğün, özlenerek arandığı günümüzde bu değerlere çok ihtiyacımız var. Dürüst olacak kişinin öncelikle gerçekleri olduğu gibi kabul etmesi gerekmektedir. Bunun içinde yaşamın bütün engellemelerine, karşı koymalarına rağmen cesur olmalıdır. Yani dürüst olabilmenin bedeli zorluklarla kaplıdır. Fakat buna rağmen insana sunduğu huzur değer biçilmezdir. Dürüst olmayı tanımlarken insan olabilmenin en temel öğesi diye açıklayabiliriz. Bu özellikler kimseyi aldatmamak, kendi çıkarların için başkalarını kandırmamak, olduğun gibi görünmek, kaybedeceğini bilsen bile haksızlığın karşısına dikilmek, doğru bildiğin, inandığın yoldan sapmamak gibi açıklayabiliriz. Yani dürüst olmak zor iştir. Bunun için yalnız başına kalmayı, kişisel çıkarlarından fedakârlık etmeyi, tek başına zorluklara karşı göğüs germeyi göze almalısın. Bundan dolayı dürüstlük az bulunan bir maden gibi çok değerlidir. Kişiler çoğu kez dürüst olduğunu iddia ederler. Fakat yaşamlarını gözlemlediğinizde çıkara dayalı eylemlerinin, söylemlerinle uyuşmadığını görürsünüz. Kişisel çıkarları incelediğimizde hepsi maddiyatla ilgili olmayabilir. Bunlar kişilerin kendisini üstün görme çıkarı, duygusal çıkarlar, sanatını, sporunu yorumlarken yapılan gerçeği yansıtmayan çıkarlardır. Kişi bu şekilde önce kendine karşı dürüst olmaz. Kendisine karşı saygınlığını yitirir. Gerçekleri söyleyemediği, kabul etmediği için bazı nedenlerin arkasına sığınır. Yok, koşullar bu şekildeydi, yok mutlaka bu şekilde hareket etmem gerekiyordu, yok içinde bulunduğum durumu bilmiyorsun gibi mazeretlerin arkasına saklanırlar. Kişiler bu gibi nedenlerin arkasına saklanmamalıdır. Bu gibi kandırmacalar uzun süreli olmadığı gibi, kimsede bunlara uzun süreli inanmaz. Kişi bunu sürdürürse sadece kendisini kandırır. Bu deniz kıyısında kumdan kaleler yapmak gibidir. Siz kale yaptıkça deniz onu yıkar ve her defasında daha çok kum yığar. Sevginin de sağlam bir zemin üzerine oluşabilmesi için önce dürüst olmak en gerekli nedendir. Bu zeminde sevgi en güzel şekliyle gelişir. Ayrıca dürüstlük özgürlük demektir. Bu özgürlüğünüzle birlikte yaşamınızda güzelleşir. Sevgi ve dürüstlükle oluşan dostluğu dair şair, yazar Halil Cibran’ın söyledikleri çok şey ifade etmektedir. "Dostunuz size aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i ona söylemekten korkmayınız. Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi sürdürsün; eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin. Yalnız zaman öldürmek için aranılan dost nedir ki ?“
Ahmet Güdücüoğlu
Önemli Olanı Kavrayabilmek
Yaşamımızda çoğu kez önemsediğimiz, fakat aslında yanlış olan davranış biçimlerimiz çoktur. Günümüzde çeşitli etkileşim araçları sayesinde kişiler olumsuz tavırlar içine girebiliyor. Yaratılan bu popüler kültür ile kişilerde oluşan yanlış algılamalarla yaşamı kavrayabilmek çok farklı olabiliyor. Örneğin benimsetilmek suretiyle kendi kültürümüzü yansıtmayan, saman alevi gibi parlayıp bir daha ebediyen unutulan şarkılar gibi. Görsel Dünyamızda çok büyük bir yer tutan ve çok paralar kazandıran futbolun spor dalları içinde en ön plana çıkması. Diğer voleybol, basketbol, hentbol, güreş gibi spor dallarının gerekli ilginin gösterilmemesi. Giyimde, kozmetik sanayinde daha ucuz, daha kaliteli ürünler varken, reklâmların yönlendirmesiyle oluşan marka takıntısıyla daha pahalı ürünler tercih edilmektedir. Bu gibi yönlendirmeler sonucu kişiler doğru, hesaplı olan kararlar yerine, onu zarara sokan seçimler yapabilmektedirler. Kendisine çevresine faydalı olana ilgi göstermemektedir. Kişilerin davranış biçimlerini, olaylara verdikleri önemi anlatan bir bilgelik öyküsü, konumuz açısından çok güzel bir örnektir. Eski Yunanistan’ın büyük hatibi Demosten’in ülkeyi ilgilendiren önemli bir mesele hakkında Atinalılara hitap etmeye çalışıyor, fakat kimse pek ilgilenmiyordu. Büyük hatip bunun üzerine konusunu değiştirdi. Bir adam evindeki eşyasını bir diğer köye götürmesi için eşek kiraladı. Sahibide eşeğiyle birlikte geleceğini söyledi. Öğle üzeri yemek için mola verildi. Güneş sıcaklığı ile ortalığı kasıp kavuruyordu. Eşeği kiralayan kişi hayvanın gölgesine uzanarak dinlenmek istedi. Eşeğin sahibi ise, sen sadece eşeği kiraladın, gölgesini kiralamadın diyerek gölgesinde kendisinin faydalanması gerektiğini savunur. Eşeği kiralayanı, eşeğin gölgesinden kaldırmak ister. Eşeği kiralayan adam ise hayvanı her şeyiyle kiraladığını belirterek, hayvanın gölgesinden dinlenme hakkının kendisinde olduğunu savunur. Demosten konuşmasının bu noktasında durur ve kürsüden ayrılmak için hareket eder. Fakat dinleyiciler hep bir ağızdan kürsüden ayrılmamasını, eşeğin gölgesinde kimin dinlendiğini söylemelerini isterler. Çağın büyük hatibi o zaman bağırarak der ki: Siz ne aptal insanlarsınız! Sizi çok yakından ilgilendiren hayati bir mesele üzerindeki konuşmayı dinlemek istemiyor, ama eşeğin gölgesiyle ilgileniyorsunuz.
Ahmet Güdücüoğlu
Acılarımızda değişti

Günümüz modern yaşamın, davranış biçimlerimizi etkilediği çeşitli olumsuzluklardan biriside acılarımızı da yeterince hissedememek. Eski yıllarda bir komşumuzu bile kaybettiğimizde duyduğumuz üzüntülere karşı gittikçe yabancılaşıyoruz. İnsan olmanın temel unsurlarından biri olan masum duygularımızdan uzaklaşıyoruz. Sokakta, pazarda, kalabalıklarda güç duruma düşen, rahatsızlanan kişilere karşı donuk bakışlarla, fazla ilgilenmeden bakıp gidiyoruz. Masumiyetini, insan sıcaklığını kaybetmeye başlayan kişiler toplumda gittikçe artmaya başladı. Geçmiş dönemlerde, kaybedilen bir yakınının, eşin arkasından günlerce tutulan matem günleri eskilerde kaldı. Kaybettiğimiz değer verdiklerimizin yasını tutmak, sevgi gibi acıları da paylaşmak, canlı tutmaktır. Karıma mektup adlı şiirinde Nazım Hikmet “en fazla bir yıl sürer / yirminci asırlılarda / ölüm acısı” diyordu. Bu süre yirmi birinci asırda daha da azaldı. Modern yaşamda uzun süreli üzüntülerin de çözümü bulundu. Terapistler, psikologlar yas tutmayı kolaylaştıracak teknikler sunuyorlar. Zamanımızda geniş iletişim araçlarıyla oldukça bilgilenen insan, yaşamdaki tehlikelerin farkındadır. Bu şekilde donatılmış kişi olayları bilinçli olarak fark etmeyerek, daha çabuk unutarak bazı gerçeklerden kaçma yoluna gitmektedir. Risk almaktan kaçınan kişi kolay yaşamanın yollarını arar. Ona acıyı, üzüntüyü, dertleri anımsatacak her şeyden kaçmaya çalışırlar. Böylece kişiler, günümüzde gittikçe azalan insancıl duygularından, masumiyetinden gittikçe uzaklaşırlar. Örneğin Bosna da yaşanan savaşta oğlunu kaybetmiş bir anneye bir televizyon muhabiri neler hissediyorsunuz diye sorduğunda bunu ekrandan izleyen batılı bir aile fazla bir üzüntü duymuyordu. Körelmiş duygularıyla tepkisiz, sadece seyreden bir toplum oluşmuştu.
Stejpan G. Mestrovic Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Duyguötesi Toplum” adlı kitabında “Duygu ötesi tiplerden beklenen çabucak üzüntüyü bırakıp çalışmaya ve dünya meselelerine dönmektir.” diye yazmış. Yazar burada günümüzde insanın üzüntülerle zaman kaybetmediğini, daha çok kazanmak, daha çok elde etmek için çok daha fazla çalıştığını anlatmaktadır. Duygularını kaybetmiş toplumlarda kişilerin temel hedefi, kazanmak ve tüketmektir. İnsanı değerler, anlayışlar çok daha sonra gelmektedir.
Eskiden acılarımıza sahip çıkar, kaybettiklerimizin değerini anılarımızla, duygu ve düşüncelerle canlı tutmaya özen gösterirdik. Bu duygularımızda samimi olmak, ona tüm kişiliğimizle sarılarak sahip çıkmak çok önemliydi. Bu anlayış ile yakılmış ağıtlarımız hala türkü dünyamızda canlılığını korumaktır. Bunlar ısmarlama değil, tüm duygu yoğunluğu ile bezenmiş türkülerdir. Konumu Şair Yusuf Hayaloğlu’nun dizeleriyle tamamlamak isterim. Sen bir suydun oysa/sen bir ilaçtın./Hoşça kal canımın içi,/Hoşça kal.
Ahmet Güdücüoğlu
Farkına Varamadığımız

Yaşamımızda hep büyük olayların, beklentilerin peşine takılırız. Hedefimiz büyük olmak veya büyüklerin yanında olmaktır. Bize ilk başta hep yön veren, amacımıza ulaşmamızı sağlayan küçük nedenleri pek önemsemeyiz. Bir tohum, bir çekirdek ile ağaçlar, bir sürü tahıl, gıda maddeleri oluşur. Küçük su damlalarıyla dereler, sonra nehirler, denizler ve sonra okyanuslar meydana gelir. Ama bizler genelde küçük nesnelere ilgi göstermez, büyüklerin hayalini kurarız. Hâlbuki buna ulaşmanın yolu, küçük varlıklara önem vermekten geçer. Vücudumuzda yaşamımız için hayati önemde olan, ancak mikroskopla görülebilen varlıklar sağlığımız için çok önemlidir. Örneğin, alyuvarlar vücuttaki hücrelere oksijen taşır, akyuvarlar vücuda giren mikroplarla savaşır. Küçük bir bulut parçası güneşin önüne geçip ışığınızı engelleyebilir. Kibrit çöpüyle başlayan küçük bir ateş büyük bir fırındaki odunları yakar küle çevirir. Çevremizle olan ilişkilerimizde de küçük sözlerle başlayan ifadelerimizle, kişinin kalbini kazanabileceğimiz gibi, kalbini de kırabiliriz. Sevgi dolu küçük bir sözcük, size dostluk ve arkadaşlığın sihirli kapılarını açabilir. Kaba bir davranış, söylenen küçük bir kötü söz ise bu kapıları size kapatabilir. Yaşantımızda küçük ayrıntılara gerekli önemi verelim. K.Kolomb Amerika kıtasını keşfederken çok uzun süren seyahatında, düştüğü umutsuzluktan onu dikkatinden kaçmayan bir deniz otu kurtarmıştır. Bu otu gören kâşif karaya yaklaştığını anlamıştır. İnsan sağlığı için çok önemli olan penisilinin keşfi de küçük bir ayrıntıya verilen önemle olmuştur. Buluşun sahibi Fleming bir tabak içinde yer alan küflerin civarında mikrop yaşamadığına dikkat ederek yola çıkmış ve buluşunu gerçekleştirmiştir. İngiliz şair, yazar R.Kipling’in küçük bir cıvatayla ilgili öyküsü oldukça düşündürücü.“Vaktiyle koskoca bir gemide küçücük bir cıvata vardı. Bu, iki büyük çelik levhayı birbirine bağlayan küçük cıvatalardan biriydi. Gemi Hint Okyanusunda yol alırken bu küçük cıvata, birden bire laçka olmaya başladı, düşme tehlikesi ile karşılaştı. Öteki cıvatalar,’Sen düşersen bizde düşeriz!’diye seslendiler. Geminin teknesindeki perçinlerde ,’Bizde çok sıkışığız bizde laçka olalım’’dediler. Bunu duyan demir kaburgalar ise ’Ne olur yapmayın diye yalvardılar. ‘Siz tutmazsanız biz mahvoluruz!’. Derken küçük cıvatanın niyeti yıldırım hızıyla bütün gemiye yayıldı. Gemi titremeye başladı. Bunun üzerine bütün kaburgalar, levhalar, cıvatalar, en küçük perçinler el ele verip, küçük cıvataya bir elçi gönderdiler. Küçük cıvata yerinde kalmalıydı. Aksi halde gemi parçalanacak, içlerinden hiçbiri vatana kavuşamayacaktı.
Küçük cıvata kendine bu kadar önem verilmesine çok sevindi ve olduğu yerde kalacağını bildirdi.” Küçük nedenlere dikkat edelim,yaşamımızı değiştirebilir.
Ahmet Güdücüoğlu
Paylaşmak

Dünyanın her köşesinden her gün televizyon ve gazetelerden izlediğimiz acı, sefalet, vahşet görüntüleri sadece öykü olarak dikkatimizi çekiyor. Daha sonra sinirlerimizi bozan hoş olmayan bu görüntüleri görmemeye başlıyoruz. Zaten konu bizimle ilgili değilse pek problem yok. Gün geçtikçe kendimize yabancılaşıyoruz. Artık birileri için fedakârlık yapmak, onlarla acıları paylaşmak, insani değerlere, duygulara sahip çıkmak mazide kaldı. İçimizde var olan ama bir türlü ortaya çıkarma cesareti gösteremediğimiz bu güzel duyguları, okuduğumuz kitaplarda veya seyrettiğimiz bir filimde hatırlıyoruz. Fakat daha sonra yine korkularımıza geri dönüyoruz. Bu sıkıntıdan kurtulmanın en kolay yolu olarak, insan beyni yine çözümü buluyor. Etrafında oluşan bu hoş olmayan olayları, işine gelmeyenleri yok saymaya başlıyor.
Günümüzde insan ilgisizliği ile örnekler o kadar çok ki. Bir trafik kazasında, yolda oluşan ani bir rahatsızlıklarda, şiddete maruz kalan birisine yardımda insanların vurdumduymazlığı üzücü boyutlardadır. Yanında oluşan bu tatsız olayları umursamıyor, dönüp bakmıyor bile. Günümüzde insan kendisine yabancılaşmış, tek başına kalmıştır. Küresel yaşamın, biz insanlara verdiği hüzün dolu hediyesidir yalnızlık. Sadece kendisi için yaşamak, kendini düşünmek, en yakınına bile güvenmemek. Bu insanın kendisine yabancılaşmayı, değişimi hayvanların yaşamında göremeyiz. Bunların yaşam biçimi topluluk olarak veya tek başına olmaktadır. Onların hayat tarzından alınacak derslerimiz vardır. Mesela ilgimi çeken bir hayvan olarak kargalar dikkat çekicidir. Bu kuşlar insanlar tarafından sevilmezler. Şirin küçük serçeler, barışın simgesi güvercinler, kuvveti temsil eden kartal, denizlerin sokak çocukları martılar hep sevilmişlerdir. Bundan dolayı kimsenin beslemediği, destek vermediği kargalar, beslenmelerini kendi başlarına halletmişlerdir. Burada bizlere mücadele ve direnmenin zarafetini anlatmaktadırlar. Ayrıca tedarik ettikleri yiyeceklerinden arta kalanları, gömerek, ziyan etmeyerek bizlere tasarruf dersi de vermektedirler. Ayrıca oldukça zeki hayvanlardır. Japonya’nın Sendai kentinde kargalar ile ilgili bir gözlem oldukça ilgi çekici. Topladıkları cevizi kırmızı ışık yandığı zaman pike yaparak, duran arabaların lastiklerinin altına bırakıyorlarmış. Yeşil ışık yanıp arabalar hareket ettiklerinde cevizler kırılıp, kargaların midesine iniyormuş.
Bence kargaların en önemli özellikleri, birbirleri ile güçlü bir dayanışma içinde olmalarıdır. Birisine bir şey olsa, hepsi hemen çevresine üşüşüp yardım etmeye çalışırlar. Bizlerden gittikçe uzaklaşan bu güzel paylaşma anlayışına, hepimizin ihtiyacı bulunmaktadır.
Ahmet Güdücüoğlu